Öğretmenler ve öğretme makamında olan herkes, büyük küçük hepinizin ellerinden öpüyorum.
Gününüz kutlu olsun.
Ancak sanıyorum bişeyleri tam yapmıyor, eksik bırakıyoruz.
Ki sonuç ortada.
Bahaneler bir tarafa, ne ekiyorsak onu biçiyoruz.
Tabiki malzeme kötüyse usta ne eylesinin bilincindeyim.
Ama derdimi ancak size anlatabilirim.
Geçenlerde Kapadokya’daydık.
Muazzam bir bölge.
Harikulâde manzara karşısında büyülendim. Böyle bir coğrafi güzelliğin bizde oluşuyla iftihar ettim. Ülkeme bir kez daha aşık oldum.
Ancak o zarif ve görkemli “peri bacalarının” arasında mest olmuş gezerken ne göreyim: ok yemiş kalp işareti ve “mehtap seni seviyorum!”
Sonra bir başkasında başka bir yazı. Bir ötekisi, bir diğeri… Yazık etmişler canım peri bacalarına.
Milyonlarca yılda oluşabilen bir servetin üstüne ancak esfeli süfela cinsinin yapabileceği bir davranış.
Ülkemdeki bu seviyesizlik hakikaten üzücü.
O gün Kapadokyadaki bu çirkinlik bir çok şey hatırlattı bana.
Bir “Afro-Türk” olarak Türkiye’ye geldiğimde tahammül edemediğim küçük ama “Çin işkencesi” ayarında felakete dönüşen şeyler benim için. Bir müddetten sonra kesinlikle katlanılmaz olan türden…
Hangisinden başlasam?
Dur şu yere tüküren “kırolarla” başlıyayım.
Afrikada bile az görülür bir davranış bu. Hâlâ ama hâlâ yere tüküren bir türkün olabilmesini hatta ne tükürmesi, sümkürebilmesini aklım almıyor.
Yazının başında karar değiştiriyorum.
En iyisi her maddeyi yorumlamaya girmeden tek tek yazmak. Her bir maddenin görünmez parantezindeki “biiipli” cümlelerimi hayal gücünüze bırakıyorum artık.
Başlıyorum.
Yere tükürenler.
Pervasızca sümkürenler.
E-5 te arabanın camından elini/kolunu çıkaranlar.
Modifiye arabada müziği sonuna kadar açan orangutanlar. ( Modifiye olmasa da açanlar var. Onlar da orangutan) Siz de, arabanız da, müziğiniz de gerçekten çok çirkinsiniz.
Seyir halindeyken arkadan gelip dibine kadar yanaşıp tampona yapışanlar. Selektör yakan sabır yoksunu saygısız magandalar.
Makas atanlar. Ya tımarhaneliksiniz ya da hapishanelik. Olmadı adam akıllı dayaklıksınız.
Caddeleri ya da otobanları babasının malı sanıp sigara izmaritini ya da sigara paketini atanlar.
Arabanın camından çaktırmadan birer ikişer ne kadar çöp varsa fırlatanlar.
Karşıdan karşıya geçerken yolu enlemesine değilde boylamasına tin tin tin geçen hipotenüsçü ablalar. Sizi beklerken çatlıyoruz be! Bari hızlı geçin biraz. Bi de korna çalınca bakın..
Hele aynı masadaysak tam bir işkence benim için; yemeğini döke saça yiyenler. Tabağında yemek bırakanlar. ( Arkadaş aileniz size hiç mi insanlık öğretmedi. Masadan bi kalkıyorsunuz, orada hayvan mı yemek yemiş insan mı belli değil!)
Restoranlarda yüksek sesle konuşanlar. Kahkaha atanlar.
Toplantının ortasında iki de bir telefonla konuşup duranlar. Arkadaş ortamında uzun telefon muhabbetiyle sohbetten kopuk pek bi meşgul düşüncesiz abiler.
Ağzı kül tablası gibi kokan ya da koltuk altları ekşi ekşi olmuş “deo stick/deostik” kullanma özürlü garsonlar. ( Sarı dişleri ve mikrop yuvası tırnakları saymıyorum bile)
Lokantalarda yemek yerken seni lafa tutan restoran patronları.
Evin eşiğine ayakkabıyla basanlar.
Eve ayakkabıyla, evin dışına da ayakkabısız basan hanzolar kategori üstü oluyorsunuz, haberiniz olsun.
Asansörde sigara içenler.
İzmariti fırlatıp son fırtını içinde tutup otobüse öylece binip dumanın bi kısmını içeriye üflemeği maharet sanan denyolar.
Terli yanaklarıyla samimiyet gösterip öpüşenler, kafa tokuşturanlar.
Islak elle tokalaşanlar. ( özellikle abdest alanlar için söylüyorum. Arkadaşlar ellerinizi adam gibi kurulayın ondan sonra musafaha yapın lütfen. Daha ilk saniyede soğuyorum sizden.)
Lavaboyu temizlemeden çıkanlar. ( Detaya girmicem. Bayanlar var aramızda.)
Tuvalet kağıdında gördüğüm dört parmak izi çıldırtıyor beni.
Kardeşim taharetli elinle niye o kağıdı koparıyorsun! Elini ıslatmadan adam gibi ihtiyacın olan kağıtlarını önceden koparsana!
Nasıl beceriyorlarsa “klozeti ıslatanlar.”
Bi zamanlar okumuş mühendis olmuş “cemaat terbiyesi” almış müptezeller vardı, klozete oturmayıp üzerine tünerlerdi. Bak bizim evde de öyle yapmayın ha!
Başkasının arabasına binince arabanın orasını burasını kurcalayan fazla samimiler. Radyo ayarlarını değiştirmeyin lütfen. Tekrar kanalları buluncaya kadar canımız çıkıyor yahu..
Selamlaşmayı bilmeyenler. (Fî tarihinde asansördeyiz. Sîmâen tanıyorum, komşumuzdu. Karşılaştık. Merhaba dedim. Adam “tanışıyor muyuz” dedi. Özür dilemek zorunda kaldım. Bir daha tanışmadığım kimseye selam vermiyorum artık. Selam vermeden de nasıl tanışacaksak!)
Facebook ta yemek paylaşanlar, sofra-ziyafet şovu yapanlar. Görgüsüzlükte rekor kırıyorsunuz. Ayıptır yapmayın. Nerede ne yediyseniz sizin olsun. Paylaşmayın.
Ve görgüsüzlüğün sınırlarını zorlayan sonradan görme ego tatmin rekortmeni “zengincikler”. İğrenç ötesi iğrençsiniz.
Kıymetli dostlar biliyorum bu listeye sizler de eklemeler yapabilirsiniz. Hepsi hayatın içinde öyle ya da böyle rahatsız olduğumuz ama aynı toprakları paylaştığımız bizden birilerinin karikatürize halleri.
Herkes dilediği gibi yaşayabilir elbette.
Ama şaka bir yana gerçekten bu saydıklarım bizim insani kalitemizi göstermekte. Ahlaki köklerimizdeki arızaların dışa vurumu. Terbiye noksanlıklarımızın kontrolsüzce tezahür edişi.
Temiz, tertipli, görünürde- görünmezde ahlaklı olduğumuzda “insan” oluruz biz.
İnsan olduğumuzda; işte o zaman hayat tadından yenmez.
Anneler, babalar, hocalar, imamlar ve tabiki öğretmenler!
Lütfen zül görmeyin, öğretin bunları çocuklarınıza, öğrencilerinize, cemaatlerinize.
Yasaklar toplumsal nizamı, ayıplar ahlaksal nizamı tesis eder. Ahlakın olmadığı yerde insanlık ve huzur olmaz.
Selam ve sevgilerimi “sigara ve alkolden uzak duran” daima öğrencilerine örnek olan öğretmenlerime gönderiyorum.
Kardeşiniz Ahmet Kemal Öncü-İstanbul/Mauritius/AFRİKA
Fotoğraf 1-) Bahadır, Yalçın, Ahmet Kemal. (Yıl 1984)
Fotoğraf 2-) Bahadır, Ahmet Kemal. (Yıl 2018)